Bediüzzaman’ın hayatı boyunca belli prensiplere sahip olduğunu söyleyen Şekercihan Derneği Sosyal Faaliyetler Koordinatörü Mehmet Kaplan, Üstad’ın Kur’an ve imana olan hizmetlerinin ümmet için bir miras olduğunu ifade etti.

Kur’an-ı Kerim’in bir tefsiri mahiyetinde olan “Risale-i Nur” külliyatının müellifi olan Bediüzzaman Said Nursi, yazdığı eserlerle milyonlarca insanın manevi anlamda kurtuluşuna, iman selametine kavuşmasına vesile olmuştur.

Tarihçe-i Hayat isimli risalesinde 82 yıllık ömründe dünya lezzeti adına hiçbir şey tatmadığını ifade eden Bediüzzaman’ın hayattaki tek gayesi İslam’a ve Kur’an’a hizmet etmekti. Farklı İslami cemaat ve tarikatları da birer zenginlik olarak gören Bediüzzaman, Müslümanların farklılığını bir fabrikanın çarklarına benzeterek hepsinin de farklı bir görev icra ettiğini ifade etmiştir. Bediüzzaman’ın bu düşüncesi tüm Müslümanlara örneklik teşkil etmektedir.

Kur’an ve iman hizmetkârı Üstad Bediüzzaman’ın hayatı, kişiliği, mücadelesi, eserleri ve ümmet tasavvuru ile ilgili İLKHA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Şekercihan Derneği Sosyal Faaliyetler Koordinatörü Mehmet Kaplan, hayatı boyunca belli prensiplere sahip olan Bediüzzaman’ın hiçbir otoriteye boyun eğmediğini, Kur’an ve iman adına yaptığı çalışmaların İslam ümmeti için manevi bir miras olduğunu söyledi.

1878 yılında Bitlis’in Hizan nahiyesinin Nurs köyünde dünyaya gelen Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin 23 Mart 1960 yılında Şanlıurfa’da fani âlemden baki âleme göç ettiğini hatırlatarak konuşmasına başlayan Kaplan, “Bediüzzaman, küçük yaşlardan itibaren ilme olan ilgisi, çevre medreseleri dolaşmasına, farklı hocalardan ders almasına vesile olmuş ve bu çerçevede 80’den fazla İslami kitabı hafızasına almış ve belli dönemlerde hafızasında bunu tekrar etmiştir. Özellikle Van Valisi Tahir Paşa’nın konağında kalırken İslami kaynakların yanında Batı’dan gelen kaynakları da takip etmiş, günceli takip etmek için de gazeteleri okumuştur. Bediüzzaman Hazretleri daha talebeliğinin ilk yıllarından itibaren hem İslami kaynaklara hem de Batı’ya ait kaynakları okuyup hem Batı’dan hem de Doğu’dan haberdar olmuştur.” dedi.

Üstad Bedizzaman’ın hayatı boyunca sürdürdüğü 4 düstur

Kaplan, “Bediüzzaman’ın 82 yıllık bereketli hayatına baktığımızda Üstad’ın prensiplerine bağlı olan ve talebelik yıllarından ahir ömrüne kadar belli prensipler çerçevesinde hayatını devam ettirmiştir. Bir dava adamının davasındaki sıdkını gösteren en temel şey belli prensipler üzerinde hareket etmesidir. Uyuma alışkanlığından yemek yeme alışkanlığına, misafir kabul etme saatinden talebeleriyle görüşme ve ders yapma saatine kadar belli prensiplere riayet ettiğini görüyoruz. Tarihçe-i Hayat isimli kitabına baktığımızda 4 tane düsturdan bahsetmektedir. Bunlardan birincisi, karşılıksız hediye kabul etmemektir. İkincisi hiçbir âlime soru sormamak, üçüncüsü talebelerine de karşılıksız hediye almamalarını tavsiye etmesi, dördüncüsü de dünyaya ait hiçbir şey elde etmemek, dünyevi menfaat kabul etmemek ve mücerret kalmaktır. Bu dört düstur bize şahsiyetin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Fikri hürriyetin olabilmesi için iktisadi hürriyetin olması gerekir. Bediüzzaman bundan dolayı hayatı boyunca hiçbir otoritenin baskılarına boyun eğmemiştir. İktisat ve bereketle hayatını yaşamıştır. İlmini dünyaya alet edecek bir duruma düşmemiştir. Hayatı boyunca bu davada istikamet üzere gittiğini söyleyebiliriz.” diye konuştu.

“Nefsni ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez”

Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı, kendisinin de risalelerde ifade ettiği gibi ‘Seksen küsur yıllık hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında memleket mahkemelerinde, memleket hapishanelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm. Bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti’ şeklindeki ifadelerini hatırlatan kaplan, Üstad’ın hayattaki maksadı ve mücadelesi hakkında şunları kaydetti:

Şekercihan Derneği Sosyal Faaliyetler Koordinatörü Mehmet Kaplan

Üstad kendi ifadeleriyle bu amacı ‘Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve maksadımız evvela kendimizi sonra milletimizi idamı ebediden ve daimi hapsi münferitten kurtarmak, vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek, dünya ve ahiretimizi imhaya sebep olacak zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatleriyle muhafaza etmektir’ şeklinde veciz olarak ifade etmiştir. Mesele imanı kurtarma meselesidir. Evvela herkes kendi nefsini ıslah etmelidir. Risalelerde de ‘Nefsni ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez’ deniliyor. Dolayısıyla Bediüzzaman öncelikle risaleleri kendi nefsine yazmıştır. Bunu gören talebeleri ‘Bu bizim için de faydalıdır’ diyerek istifade etmeye başlamışlardır. Bediüzzaman’ın kendi nefsi için yazdığı eserler kalbi yaralı, vicdanı yaralı olan birçok insana fayda sağlamış ve milyonların imanının kurtulmasına vesile olmuştur. Bediüzzaman yine veciz ifadesiyle ‘Ben imanın cereyanındayım. Dünyevi ve siyasi bir cereyan ile alakam yoktur’ demiştir.

Kaplan, “Bediüzzaman iman ve Kur’an hizmetkârı olarak hayatı bizim için bir mirastır. Bediüzzaman’ın hayatı, iman ve Kur’an’a nasıl hizmet edilmesi gerektiğine ilişkin bir örnektir. Bununla birlikte 130 parçalık 6 bin küsur sayfalık risaleleri her okuyan için bir rehberdir. Bediüzzaman bu eserlerinde bize müspet hareket ve müspet ihtilafa dayanan bir hareket miras bırakmıştır. Bediüzzaman maddi cihattayken bile manevi cihadı bırakmamıştır. Birinci dünya savaşında talebeleriyle birlikte fiili cihattayken bile aralarda ‘İşaret-ül İcaz’ eserini yazdığını biliyoruz. Dolayısıyla iman hizmeti her zaman devam etmesi gereken en büyük dava ve meseledir. Bediüzzaman’ın miras olarak bıraktığı en büyük şey iman hizmetinin daimi ve kalıcı olarak yapılması meselesidir. Bediüzzaman bu eserlerinde bize müspet hareket ve müspet ihtilafa dayanan bir ihtilaf ahlakı çerçevesinde bir hizmet miras bırakmıştır.” dedi.

“Ümmet farklılıklarıyla bir zenginliktir”

Bediüzzaman’ın ümmet tasavvuru, dini cemaat ve guruplara bakışı ile ilgili de bilgi veren Kaplan, “Bediüzzaman’ın ‘Heyeti içtimaiyeyi İslamiyeyi çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum’ diye bir ifadesi var. Aslında burada fabrika benzetmesi çok manidardır. Fabrika modern bir tanımlamadır. Fabrika iş bölümü yapar. Farklı çarkları, dolapları, daireleri vardır. Her bir daire kendi bandında kendi çarkı etrafında çalışır ama ortaya tek bir ürün çıkar. Dolayısıyla ümmeti fabrikaya benzetmesi ümmetin içerisindeki değişik grupların çalışmalarında diğer kardeşleriyle yardımlaşmaları gerektiğini ifade eder. Uhuvvet Risalesinde ‘Her bir dini grup kendisine bakarken mesleğinin tamir ve revacıyla bakacak, diğer gruplara bakarken de onların tekmil ve ıslahı için bakacak. Yoksa diğer gruplar batıldır, ben hakkım demeyecek. Yine İhlas Risalesinde bunu ‘Herkes mesleğim haktır yahut daha güzeldir diyebilir. Ancak sadece benim mesleğim haktır diğerleri batıldır diyemez’ ifadeleriyle burada bize bir ihtilaf dersi de vermiştir. Ümmet farklılıklarıyla bir zenginliktir. Bu farklılıkları bidat, dalalet ve batıl olarak göremeyeceğimizin dersini vermiştir.” şeklinde konuştu.

“Bediüzzaman sadece Nurcuların üstadı, Risale-i Nur da sadece nurcuların okunması için yazılan bir kitap değildir”

Bediüzzaman’ın birçok kimlikle karşımıza çıktığını ve herkesin kendi yaklaştığı açıdan ona bazı kimlikleri yakıştırdığını hatırlatan Kaplan, son olarak şu ifadeleri kullandı:

“Bediüzzaman’ı âlim, düşünür ve mürşid kimliği çerçevesinde düşündüğümüzde daha çok mürşid kimliği ön plana çıkarılmış ve bunun üzerinde durulmuştur. Hâlbuki mürşid kimliği kabul ve ret üzerinden gider. Yani onu mürşid olarak kabul edip muhabbet edenler onu takip eder, ona mesafeli yaklaşanlar da (seküler ve bazı dini gruplar) mürşid kimliği üzerinden onu reddederler. Hâlbuki Bediüzzaman’a mürşid kimliğinin yanında âlim ve düşünür kimliğiyle bakarsak bu kimlikler bir ilmi gelenekle ona bakmayı esas alır. İlmi gelenekte mürşid geleneğinde olduğu gibi kabul ve ret değil anlama ve yorumlama vardır. Dolayısıyla ilmi olarak eserlerine yaklaştığımızda bu bize anlama ve yorumlamayı sağlar. Dolayısıyla Bediüzzaman sadece Nurcuların üstadı, Risale-i Nur da sadece nurcuların okunması için yazılan bir kitap değildir. Bediüzzaman çağımızın İslam âlimlerinden, düşünürlerinden, mütefekkirlerinden birisidir. Hayatını İslam ve Kur’an hakikatleri için vakfetmiştir. Risale-i Nur da insanları hidayete davet eden Kur’an-ı Kerim’in bu asrın idrakine uygun bir şekilde açıklanmasından ibarettir.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen isminizi buraya girin