Risale-i Nur Enstitüsü’nün 2019-2020 Pazar Seminerleri kapsamında Uzman Klinik Psikolog Taha Burak Toprak “Takıntı ve Zorlantılarla Başa Çıkmak” semineri verdi.

Sunuculuğunu Hasan Said Kalınoğlu’nun yaptığı halka açık olan seminer İzzet Akada’nın Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı ve devamında Toprak seminerini gerçekleştirdi. Konuşmalardan öne çıkan başlıklar şu şekildedir:

Takıntı ve Zorlantı

“Takıntı” kısmı herkes için açık ama “zorlantı” çok entresan bir kelime oldu. Bu sadece sizin için değil bizim için de entresan bir kelime. Zorlantı “kompulsiyon”un Türkçesi. Kullanabileceğimiz üçüncü bir kelime yok. Takıntı ve zorlantılarla başa çıkmak derken kastettiğimiz şey obsesyon ve kompulsiyonlarla başa çıkmak. Hangi isim sizin için daha yakınsa onu ifade etmeye çalışıyoruz. Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) obsesyon ve kompulsiyonların varlığıyla karakterize bir hastalık, yani takıntı ve zorlantıların varlığıyla karakterize. Ne kastettiğimiz açık olsun diye kısaca tanımlarından bahsedeceğiz, sonra bu sıkıcı tanımlarla devam etmeyeceğiz.

Takıntılar (Obsesyonlar)

Takıntılar, kimi zaman zorla ve istenmeden geliyor gibi yaşanan, çoğu kişide belirgin bir kaygı ya da sıkıntıya neden olan yineleyici ve sürekli düşünceler, itkiler ya da imgeler. Kişi bu düşüncelere, itkilere ya da imgelere aldırmamaya ya da bunları baskılamaya çalışır ya da bunları bir düşünce ya da eylemle yüksüzleştirme (bir zorlantıyı yerine getirerek) girişimlerinde bulunur.

Zorlantılar (Kompulsiyonlar)

Zorlantı dediğimiz şey de kişinin takıntısına tepki olarak ya da katı bir biçimde uyulması gereken kurallara yapmaya zorlanmış gibi hissettiği yinelemeli davranışlar ya da zihinsel eylemler. Örneklerini konuşacağız. Bu davranış ya da zihinsel eylemler yaşanan kaygı ya da sıkıntıdan korunma ya da bunları azaltma ya da korkulan bir olay ya da durumdan sakınma amacıyla yapılır; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler yüksüzleştireceği ya da korunulacağı tasarlanan durumlarla gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da açıkça aşırı bir düzeydedir. Takıntılar ya da zorlantılar kişinin zamanını alır (Örneğin günde bir saatten çok zamanını alır) ya da klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya toplumsal ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında düşmeye neden olur.

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB)

Hemen hemen hepimizin zaman zaman obsesyonları oluyor. “Bizde OKB hastası mıyız?” gibi bir soru gelebilir. Hayır hasta değilsiniz, bunun belli bir derecesi var. Belirli bir sıklıkta ve yoğunlukta, işlevselliğinizi bozacak şekilde ve düzeyde. Dinî takıntılar üzerinden gidersek mesela birisi namaza durdu. Namaz sırasında aklına Efendimiz (asm) ile ilgili hiç ahlaken tasvip etmediği görüntüler gelmeye başladı. Bu takıntıdır. Bu görüntüler geliyor diye namaz sırasında defalarca içinden tövbe etmeye başladı. Bu da işte zorlantıdır. Elim buraya dokundu, kirlendim. Tamamen kir yumağı biri olacağım, bu düşünceler takıntıdır. Gidiyorum elimi 20- 30 kere yıkıyorum, bu da zorlantıdır. Abdest aldım, namaz kılacağım, birden ya tam su değmediyse, abdestim kabul olmadıysa düşüncesi takıntıdır. Gidip içeri 20-30 kere abdest alırsak, iyice bastırarak kolumuzu yıkarsak bu da zorlantı oluyor.

Kaçınma

Bir şey daha var o da “kaçınma”. Misalen ben namaza duruyorum, namazda aklıma Cenab-ı Hak ile ilgili öfke ya da farklı şeyler geliyor. “Ben bundan sonra namaz kılmayayım” diyorum. Dolayısıyla obsesyonların geldiği yerden kaçınmış oluyorum. Fakat obsesyondan kurtulmak için yaptıklarımızın hiç birisi bizim rahatsızlığımızı ortadan kaldırmıyor. Tam tersine o obsesyonu arttırmak gibi bir netice veriyor. Birçok psikopatolojide biz de insanları kendilerini bu zorluktan kurtarmakla ilgili motive etmeye çalışıyoruz. Ancak OKB’de durum biraz daha farklı. Çünkü burada insanları bu rahatsızlıktan kurtulma çabalarının kendisi hastalığa dönüşmüş oluyor. Şöyle düşünebiliriz, bir obsesif hasta kapıyı kilitliyor ve “Kilitledim mi?” diye aklına bir takıntı geliyor. Gidiyor kapıyı beş kere daha kilitliyor, sonra tekrar dönüp kontrol ediyor. Daha sonra bir kere daha geliyor. Bu iradesiz bir insanın yapacağı bir iş değil. Bu irade, azim, gayret sahibi insanların yapabileceği bir iş.

OKB Hastalarıyla Aynı Şeyleri Yaşıyoruz

Öğrencilere OKB’yi anlatırken inandıkları dinin kutsallarıyla ilgili aklına küfür, hakaret ya da ahlakî olarak uygun olmayan bir şey aklına hiç gelmemiş olan el kaldırsın diyoruz. Bugüne kadar sevdiğiniz saydığınız insanlarla ilgili öfke ya da cinsel hiç tasvip etmediğiniz düşünce veya resimler aklına hiç gelmediyse el kaldırınız diyoruz. Hiç kimse el kaldırmıyor. Bu şu anlama gelir, bir OKB hastasının zihninde bulunmasından ürktüğü düşünceleri istisnasız hepimiz deneyimliyoruz aslında. Biz OKB hastası değiliz ama onlar OKB hastası. Bu hastalığın çözümü için çok önemli bir nüanstır. Temel fark hastalarda “kötü” olarak isimlendirilen düşüncelerin daha sık olması, daha çok sıkıntı vermesi ve düşündüklerini yapacaklarına daha çok inanmaları.

Pembe Fil Egzersizi

Bir pembe fil hayal edin ve sonra bir dakika boyunca hiç pembe fil düşünmeyin denildiğinde insanlar çoğunlukla pembe fili akıllarına getiriyor. Sonra bir dakika boyunca serbestsiniz denildiğinde pembe fil daha az düşünülüyor. Birincisinde yasakken daha fazla pembe fil düşünülüyor, ikincisinde serbestken pembe fil daha az düşünülüyor. Neden? Obsesyonları da bu pembe fil gibi düşünün. Yasak, asla düşünme diyerek dehşete kapıldığımız anda ribaunt etkisi oluşuyor zihnimizde dolayısıyla sürekli pembe filde olmaya başlıyor dikkat. Obsesyonu düşünmemeye çalıştıkça sürekli onu düşünmüş oluyoruz.

Yüzde 100 Emin Olamayız

Buraya gelirken arabanızı kilitlediniz mi? Emin misiniz? Dünyada kimse arabasını kilitlediğinden yüzde 100 emin olamaz. Dünyadaki hiç kimse hiçbir şeyden yüzde 100 emin olamaz. Her zaman zihnimizin aksi bir ihtimali kendi içinde tutarlı bir biçimde açıklama kabiliyeti var. OKB haline getiren sorun şu: “Ben böyle bir ihtimal için her gün dönüp arabamı kontrol edecek miyim?” Dolayısıyla şüphe obsesyonuna sebep olan şey bizim yüzde 100 emin olmayı aramamız. Zihnimizde hiçbir şüphe kalmasın istiyoruz. Sağlıklı bir zihnin işleyişi açısından bu mümkün olmadığı için zihnimizin ortaya çıkardığı her şüpheye bir zorlantı veya kaçınmayla cevap vermeye çalışıyoruz. O yüzden de kendimizi hasta ediyoruz.

İmanımızı Garanti Altına Alamayız

Dinî OKB ile takip ettiğim pırıl pırıl bir delikanlı var. “Bu kompulsiyonlarla kendine cevap vererek nereye varmaya çalışıyorsun” dedim. İmanını garanti altına almaya çalıştığını söyledi. Bu kötü bir niyet midir? Bu imansız/ateist birinin taşıyabileceği bir niyet değil. Bu imanında samimi birinin yapabileceği bir davranış. “İmanını garanti altına aldığını söyleyen bir İslam büyüğü söyler misin?” diye sordum ona. Yok. Çünkü imanını garanti altına almak mümkün değil. Tahkikî iman talebesi olmak başka şey, imanımı yüzde 100 garanti altına aldım demek başka şey. Tahkikî iman da zaten havf ve recada sonuna kadar taşınacak bir şey olduğu için onun da mümkün değil asla başına bir şey gelmeyeceğinin garantisini zihnin size verebilmesi.

Davranışçılık Kuramı

OKB ile ilgili birkaç tane kuramımız var. Bunlardan ampirik olarak faydası ispatlanan ekoller davranışçılık ve bilişselcilik.

Davranış perspektifine göre:
– Davranışlar sonuçları tarafından zayıflatılır ya da güçlendirilir.
– Ödüllendirilen davranışlar gelişir, cezalandırılanlar azalır.
– Davranışın nedenlerini anlamak için kişinin öğrenme süreçlerini anlamak gerekir.

Bu kürsü temiz. Ama küçüklüğümden beri bana hep “Dokunma pis, kirlenirsin, sakın!” gibi şeylerle ben dokunmayı ve kirlenmeyi birbirine koşulladım. Ben tertemiz olduğundan emin olmadığım yere dokununca kirlenmiş hissediyorum ve elimi yıkıyorum hemen. Elimi yıkayınca rahatlamış hissediyorum. El yıkamak rahatlattığı için artık daha çok el yıkayacağım. Böylece obsesif kompulsif yapıyı oluşturmuş oluyorum.

Bilişselcilik Kuramı

Bilişselciliğe göre hepimiz dinimizde belli bilgi işlemler yaparak hayatı açıklıyoruz. Sürekli bazı hadiseler görüyoruz, o hadiselerle ilgili zihnimizden bazı düşünceler geçiyor, o düşünceler bizde bazı duygulara sebep oluyor, o duygular neticesinde bazı davranışlar gerçekleştiriyoruz. Bir deprem haberi alsam ve “Burayı boşaltalım hemen” dediğim anda aklınızdan ya bazı resimler geçiyor ya da bazı düşünceler geçiyor. Bunlar sizin otomatik düşünceleriniz. Deprem denildiğinde uygun bir önlem almazsanız zaten sizin hayatta kalma becerilerinizle ilgili bir eksiklik var demektir. Ama herkes aynı tepkiyi vermiyor, bazıları kaygı duyarken bazıları deprem olduğuna inanmadığı için tebessüm ediyor. Bazıları nereden bu konuya girdik diye öfkelendi. Bakış açımız, düşüncelerimiz değişince hem duygularımız değişiyor hem davranışlarımız. Hepimiz olayları farklı şekilde yorumluyoruz. Obsesif insanlar diğer insanlara kıyasla hadiseleri aşağıdaki biçimlerde yorumlamaya daha çok yatkındır:
– Abartılmış sorumluluk
– Düşünceye aşırı önem verme,
– Düşünceyi kontrol etmenin önemine dair aşırı kaygı,
– Tehlikeyi büyük görme,
– Belirsizliğe tahammülsüzlük,
– Mükemmelliyetçilik

OKB Olmaya Daha Fazla Yatkınlık

Namaza duran birisinin namazdayken aklına Peygamber Efendimiz (asm) ile ilgili kötü düşünceler geldiğinde bunu normal karşılayıp, “Bunlar benim gerçek duygularım değil” diye yorumlayabilir. Veya tam tersi bunu normal karşılamayıp “Bunlar benim gerçek duygularım, kalbimde olmasa kafamda ne işi var?” diyebilir. Burada ikincisini düşünen daha kaygılı olur, daha fazla suçluluk hisseder, kompulsiyon yapma ihtimali yüksektir. Zihne giren düşüncelerle, niyetlerin, kalbî tasdiklerin ve eylemlerin bir olduğunu düşündüğünüzde OKB olmaya daha yatkın hale gelmiş oluyorsunuz.

Bilişsel Terapinin Mottosu

Bilişsel terapinin mottosuna göre düşüncelerine dikkat et, duygularına dönüşür. Duygularına dikkat et, davranışlarına dönüşür. Davranışlarına dikkat et, alışkanlıkların olur. Alışkanlıklarına dikkat et, karakterin olur. Bazı spritüal öğretilerde karakterine dikkat et, kaderin olur da denir. Genel olarak düşüncen karakterin olur denilmektedir. Bunu yanlış düşünceleri olan birine söylediğinizde ona “Sen busun işte” demiş oluyorsunuz. Bizim modern bilimde kullandığımız “kognisyon” tanımı yetersiz.

Kognisyon

Kognisyon dediğimizde “imge” ve “düşünce” diye iki şey kastediyoruz. Ya aklınızda resimler geçer ya da fikirler geçer. Otomatik zihinde oluşan düşünce ile tasdik ettiğimiz fikirlerin hepsine modern bilimde düşünce diyoruz. Bizim öyle bir tanıma ihtiyacımız var ki, hem düşüncenin önemini azaltmayacak, hem de obsesyondan bahsettiğimizde aynı şeye işaret etmiş olmayacağız. Kafamızdaki imge ve düşünceler ile kalbimizin onayladığı kanaatleri birbirinden ayıran bir kognitif teoriye ihtiyacımız var. Tam burada Vesvese Risalesi devreye giriyor.

4T ve 3K Modelleri

Bu modeller ile şu 3 sorunu ortadan kaldırmayı hedefliyoruz:
– Normal düşünce ve obsesyon arasındaki tanımsal belirsizliği ortadan kaldırmak,
– Obsesyonların kaynağını açıklamak,
– Obsesyonların zihindeki oluşum süreçlerini açıklamak.

Oldu, bitti denilebilecek bir model değil bunlar. Sürekli olarak Risale-i Nur’dan çıkardığımız bu modelleri anlamaya çalışıyoruz.

Beden, Zihin, Kalb ve Ruh

İnsan bedene, zihne, kalbe ve ruha sahip. Bedeni ile zihni arasında kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiyesi var. Beden taleplerini zihne iletiyor. Zihne gelen bu hayallerin nerede nasıl yapılacağına veya yapılmayacağına kuvve-i aklıye ile karar veriyoruz. Modern bilimde anladığımız beden ve zihindir. Bazı perspektifler sadece beden üzerinden konuşur. Vesvese Risalesi’nde ise kalb ve ruh da vardır. İnsanın zihninde küfürler varken sadece zihni olduğunu düşünürse sığınacak artık hiçbir yeri kalmaz. Ama benliğini temsil eden şeyin kalbi olduğunu fark ederse, tasdikleri kalbi ile yaptığını anlarsa zihninin bulanıklığından kalbinin temizliği ile kurtulur. Akıl düşünerek verileri kalbe iletiyor. Bize göre kalb vicdan aracılığıyla ruhtan da besleniyor. Kalb bu veriler üzerinden kendi değerler sistemine göre karar verecek ve uygulayacak. Bizim değerler sistemimizi akaid oluşturur.

Tahayyül, Tasavvur, Taakkul ve Tasdik

Benim bedenimin yiyeceğe olan ihtiyacı ile acıktığımda zihnime kebap gelir. Bu arzu bize hayali gönderiyor. Tahayyül ediyoruz. Biraz daha ayrıntılandırıyoruz nerede yenir diye, yani tasavvur ediyoruz. Diyelim ki diyetteyiz. Kuvve-i aklıye burada devreye giriyor, taakkul kısmındayız. Kebabı yiyecek miyiz, yoksa sebze mi yiyeceğiz? Kuvve-i aklıye karar vermiyor, bir sonuç raporu yazıyor. Kebap yersen zararlı, sebze faydalı diyor. Bu veriler tasdik kısmına gidiyor. Orada karar verilecek ve eyleme geçilecek. Tahayyül ve Tasavvur iradeden bağımsız ve sorumlu değiller. Taakkul bazen iradî bazen değil, haliyle sorumlu değil. Tasdik ise iradîdir, eylemden sorumludur.

Eyvah İmanımı Kaybettim!

Dinî OKB hastalarından örnekler vereyim. Gazetede bir hayvanın kopyalandığı haberini okuyor. “Bu hayvan kopyalandıysa Allah dışında da bir yaratıcı olma ihtimali oluyor mu? Hiiih! Eyvah dinden çıktım” diyor. Halbuki düşünceyi daha sürdürecekti, daha bitmemişti. Diğer örnek “Cenab-ı Hak hem Rahim, hem Rahman ama dünyada savaşlar var, açlıklar var, zalimler rahat yaşıyor, böyle olunca merhamet yok gibi galiba ya. Hiiih! Eyvah imanımı kaybettim” diyor. Aslında bu bir taakkul, akıl yürütme süreci. Bu süreç hepimizde zaman zaman tıkanır. Zaten aklımız tıkandığı için Risale-i Nur talebesiyiz. Aklımız tıkanmasa niye bu eserleri okuyalım? Krizlerimize çözüm olarak akaide uygun tasdik edemediğimiz şeyleri nasıl tasdik edeceğimizi öğreniyoruz. Bu şekilde aklederken zorlandığımız yerlerde taakkul-tasdik ayrımını yapamazsak insanlar ya OKB hastası olacak ya da düşünmemeyi seçecek.

Vesvese Risalesi’nin başını hatırlayın. Üstad kalbin bunlardan üzülüyorsa bunlar vesvesedir diyor. Kötü düşünceler arzunuz olsa, duygunuz da buna eşlik eder. İmanınızı kaybetseniz üzülür müsünüz? Hayır üzülmezsiniz. İman sahibi olduğumuz için imanımızı kaybedebiliriz diye kaygılanıyoruz. Ama imanımızı kaybetsek, eyvah imanımı kaybettim, çok yanlış yaptım demeyiz. Şöyle bir ateist gördünüz mü: “İmanımı kaybettiğime çok üzülüyorum.” Yok. Onun için iman değerli bir şey değil artık.

Bir OKB hastasının namaz sırasında Cenab-ı Hak’ka karşı hakaretler aklına geliyordu. Bir görüşmede dedim ki: “Sizin hastalığınızın ilacını bulduk. Anlaşalım. Bütün sıkıntılarınızdan kurtulacaksınız. Bu ilacı size bir şartla veririm. Cenab-ı Hak küfredin ve size ilacı vereyim.” Karşı çıktı. Israr ettim, iyileşeceğini belirttim ama bir türlü küfür etmedi. “Demek ki, siz kalben küfür etmek istemiyorsunuz. Siz küfredersem diye kaygılanıyorsunuz” dedim. Bir şeyi arzulamak başka şey, bir şeyi arzulamaktan kaygılanmak başka bir şey. Küfredebilecek biri olan çoktan küfrederdi.

Nefs-i Emmareyi Arındırmak

Psikoterapide kendi kusurlarını fark etmeyen insanlar iyileşme ve değişme yaşayamazlar. Çünkü değiştirecekleri şeyi fark edemiyorlar. Nefs-i emmare var. Amaç onu nefs-i mutmainneye getirmek. Bir danışanım ile bu modelleri çalıştık. Samimiyetiyle diyor ki: “Ben bu nefs-i emmareyi arındırmak istiyorum.” Ama bugün arındırıp yarın tertemiz olmak istiyor. Ya da en geç bir ay içinde bitmiş olmasını istiyor. Bir an önce, hemen, çabucak tertemiz yapmak. Sürece tahammül yok. Aşamaları yazdık birlikte: İbadetullah, marifetullah, muhabbetullah, müşahedetullah. Bu basamakların kendi içerisinde belirli bir sabır, belirli bir egzersiz, zaman ve sürece teslim olmadan hemen olmasını istersek pembe fil gibi olur. Vesveselerin hala bitmemesinden dehşete düşeriz. Bize düşen kuvve-i şeheviyeden gelen açgözlülüğü sevgi ve iffete, kuvve-i gadabiyeden gelen psikopatlığı cesarete, kuvve-i akliyeden gelen demogogluğu bilgeliğe dönüştürmek.

Neyle Meşgulsek Zihnimizde O Olur

Herkes meşgul olduğu şeye göre kendi zihninde bağlar oluşturuyor. Gün boyunca küfür dinleyen kişinin zihninden sürekli küfür geçiyor. Vesveseli kişi bu bağları da kalbinin arzusu zannediyor. Biz reklamlar ve filmler tarafından inanılmaz bir bombardıman altındayız. Sürekli bazı imgeleri, düşünceleri bazı şeylerle bir araya getiriyoruz. Zihnimiz kontrol edemediğimiz çok fazla kayıt yapıyor. Üstad bunlardan kaynaklı çağrışımların kalbimizle alakası olmadığını söylüyor.

Seminer sırasında farkında olmadan 2 şişe su içtiniz diyelim. Bedenizin tuvalet ihtiyacı nedeniyle zihninize ne gelir? En azından tuvalete nasıl gidildiğiyle alakalı kafanıza bir yol gelir. “Ben burada Risale-i Nur’dan alıntı yaparken sizin aklınız fikriniz dışarıda” desem. Olmaz. Çünkü sizin tasdikiniz değil bu. Üstad’ın örneği “Kişi bazen elini açmış Kabe’ye dua eder, zihnine bedenî heyecanlar gelir.” Bir insan sıkıştığında o yolu düşünemezse zaten o zaman tehlike var demektir. Zihin iyi niyetiyle sıkıntı var diyerek haritayı gösteriyor.

Arı Metaforu

Burada arı kovanı olsa ve çok vızıltı gelse. Sesten kurtulmak için onu alıp dışarı çıkarsam. Ne olur? Bunu yapsam arıların hepsi sokar beni. Vesvese de aynen böyle bir şey. Siz onun gürültüsüne biraz tahammül ederseniz, kendi haline bırakırsanız kalacak o. Ama alıp oradan sökmeye çalışırsanız etrafınızı sarıp ısıracaklar.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen isminizi buraya girin